Bu başlıktan sonra büyük ihtimalle klasik bir derleme bekliyor olacaksınız ancak sanırım ben buraya içimi dökmeye geldim. 16 Milyon İsviçre frankı borcu sebebiyle bu seneki yarışmadan diskalifiye edilen Romanya’nın ardından böyle bir yazı yazma kararı aldım. Çoğunuzun sadece ön plandan takip ettiği ve her sene sadece bir defa gördüğü o görkemli sahne, Avrupa ve dünyanın en büyük müzik yarışması olan Eurovision’un politika değişikliklerini, bugüne kadar alınan radikal kararları ele alacağım bu yazımda.
Öncelikle herkesin haberdar olduğu bir konuyla başlayalım. TRT 2012 Eurovision Şarkı Yarışması’ndan sonra, yarışmaya bir daha geri dönmemek üzere (öngörülerimize dayanarak) yarışmadan çekilmişti. Ancak hepimizin kafasında soru işaretleri bırakarak…
Aslında bu konuyu iki bazda ele almak istiyorum. Öncelikle TRT tarafından başlayalım.
TRT çekildiği sene için ilk önce, neredeyse Türkiye’deki bütün büyük müzik otoritelerini toplayıp bir oturum düzenlemiş, bundan sonra Eurovision’da izlenecek bir rota çizebilmek için hepsinin teker teker önerilerini almıştı. Ancak daha sonrasında aniden ve hiçbir “tatminkâr” açıklamada bulunmadan yarışmadan çekilme kararını beyan etmişti. Daha sonra ise TRT açısından bakıldığında çok mantıklı bir karar olduğunun çok açık olduğu görülüyor. Nasıl mı?
TRT’nin otoriter bir kurum olduğu bilinen bir gerçek. Ancak ortada iki otoriter olduğu zaman, işte o biraz sıkıntı yaratıyor. Atalarımız boşu boşuna dememiş “İki karpuz bir koltuğa sığmaz.” diye. EBU son zamanlarda aldığı her kararla otoriterliğini gözler önüne sermiş, aynı zamanda gerektiği yerde de gözdağı vermeyi de ihmal etmemişti. Tıpkı son alınan diskalifiye kararı gibi… 16 Milyon İsviçre frankı gibi bir meblağdan bahsediyoruz borç olarak. Bu borcun son birkaç senede birikmiş olması çok zor. Şöyle bir örnekle daha açıklayıcı olabileceğini düşünüyorum. Yanlış bilmiyorsam TRT katılırken Eurovision’un finansmanı için yaklaşık 350.000€ gibi bir meblağ ödüyordu her sene için ve bu diğer ülkelerle oranladığımız zaman hiç de azımsanacak bir rakam değil. Hatta bir ara Büyük Beşlinin yarışmanın demokratizasyonuyla çelişkiye düşmesini de bahane ettiği için “Acaba Büyük Altılı mı oluyoruz?” gibi bir spekülasyon da dönmüyor değildi. Bu da aslına bakılacak olursa TRT’nin demokratizasyonu bahane ederek otoriterleşme yolunda gitmeye çalıştığını gözler önüne bir daha sermişti, yani çelişkiye düşen yine bizdik. Her neyse devam edelim. Kanalın tanıtım konusunda masrafları kendi üstlendiğini varsayarsak bu meblağın bu kadar yükselmesindeki iki büyük etken üyelik için ödenmesi gereken bir ücret ile Eurovision’un finansmanı. Bu meblağın da birikmesi için gerçekten çok uzun bir süre gerekiyor. Ama esas sorumuz şu: Peki bu borç madem bu kadar uzun süredir birikiyor, bu karar neden sanatçı kendini bu kadar hazırladıktan sonra, Nisan’ın 22’sinde alınıyor? İşte bu sorumuzun cevabı da tam anlamıyla “OTORİTE” oluyor. Otoritenin bu kadar artmasına bir belirti olarak bu ana kadar hiç mi bir şey olmadı peki? İşte asıl onları konuşacağım.
Türkiye’nin sütten ağzı ilk 2011 yılında yanmıştı. Yüksek Sadakat’in elenmesi de tam bir spekülasyon. Bilmeyenlere ufak bir altyazı geçiyorum. Biliyorsunuz ki 2010 ve 2011 yıllarında oylama, ilk şarkı başladığı an başlıyordu. Ancak 2011 yılında (ne kadar şaşırtıcı (!) ki) bir teknik arıza yaşandığı ve ilk yarı finalin ilk beş şarkısında hatların açılmayı unutulduğu gibi bir söylenti var. Bunu ilk beş şarkının beşinin de elenmesinden de rahatça kanıtlayabiliriz. EBU bunun üstünü örtmek için çok çabaladı, ama başardı da doğruyu söylemek gerekirse. Ancak ilk beş şarkıdan birine oy atan arkadaşlarımızın hiçbirine “Oyunuz alınmıştır.” onayının gelmemiş olması tesadüf olamaz. En azından ben iç rahatlığıyla söyleyebilirim ki bu skandal gerçek. Ki zaten bir sonraki sene EBU’nun yangından mal kaçırır gibi oylama kurallarını değiştirip oylamayı en son şarkı bittikten sonra başlatma sistemine geçmesinden bence her şey tam anlamıyla kanıtlanıyor. Türkiye’nin bu beş şarkıdan biri olması tamamıyla bir bahtsızlık faktörüydü diye düşünüyorum. Sonuçta evet Yüksek Sadakat çok da başarılı bir parçayla gitmedi ama orada Sırbistan gibi sıfır şans ülkelerin final gördüğünü varsayarsak bu bahtsızlık olmasa kesinlikle final göreceğimizi düşündüğüm bir seneydi.
EBU’nun canı sıkıldığı anda karar değiştirmek inisiyatifini son zamanlarda devreye fazla sokması, deneme yanılma yoluyla yarışmayı yürütmeye çalışması, “Gelin ata binmiş, ya nasip demiş.” mantalitesinde giden sisteminden TRT rahatsız olmaya başlamıştı. Bundaki neden kendilerinin fazla sistemli olması değil. Hatta tam tersine, kendileri de bir o kadar “hayırlısı” modelinde çalıştıkları için kendilerini Eurovision yolu süresince toparlayacak faktörlerin azalmasından ve kendi yolunu uzun süredir bulamamaktan kaynaklı bir çekincesi oldu. Tabiî ki son zamanlardaki tutumların kesinlikle siyasî olduğunu hiçbirimiz reddedemeyiz. Özellikle de ekibimizden Ahmet’in TRT Genel Müdürü Şenol Göka’yla yaptığı minik bir söyleşiden sonraki izlenimlerimizi göz önünde bulundurduğumuzda, yaşanan sıkıntıların aslında bahane göstermek için TRT’ye müthiş bir ortam hazırladığını görüyoruz.
Son zamanlarda alınan “Jüri ve halk oyları toplanacak” ya da “Sahneye çıkış sıraları bundan sonra Avrupa Yayın Birliği tarafından kararlaştırılacak.” gibi kararlar da, aynı zamanda EBU’nun gerçekten fazlasıyla otoriterleştiğini ve her şeyi tek elde toplamaya çalıştığını gösteriyor. Ancak oylamada sürekli bir değişikliğin olması da, TRT’nin istemeden de olsa Eurovision’un en büyük problemine parmak bastığını gözler önüne seriyor. Ancak bunun temeli, tek bir oylama etiğinde anlaşılamaması ve tek bir ülkenin doğrusuna da doğal olarak yönelinememesinden kaynaklıdır.
Son alınan karara gelecek olursak, yukarıda da istemeden değindiğim gibi, zamanında alınan bir karar olduğunu düşünmüyorum. Bir kere yarışmacıya yapılan gerçekten çok büyük bir ayıp. Bu kararın izleyici gözündeki tek açıklaması kanalın cezasının temsilciye kesilmesidir. En azından sahneye çıkarılması gerektiğini düşünüyorum, çünkü böyle bir durumda Avrupa Yayın Birliği’nin çizdiği imaj da farklılaşacaktır. Bu yapılanı, Jon Ola Sand’ın “Tabiî ki sanatçı için çok kötü bir durum.” diyerek sürdürdüğü resmî açıklaması da telafi etmiyor üstelik. Sadece bu konuda alınan karara katılamıyorum.
Ancak bu konuyu EBU tarafından ele alırsak ortaya çok farklı bir tablo çıktığını görmüş oluyoruz. Şu an bize yapılan açıklama doğrultusunda bildiğimiz şey, sadece Romanya’nın yüklü miktarda borcu oluğu. Ancak kimin ne kadar borcu var, bunu bilmemize imkân yok tabiî ki de. Bunun yapılmasındaki bir diğer amacını ise, yüklü miktarda borcu olan ülkelere gözdağı vermek için yapılan bir hamle olarak görüyorum. Böyle deyince akla gelen ilk ülkeler; Yunanistan, Sırbistan, Bosna Hersek gibi küçük ve ekonomik sıkıntıları olan ülkeler oluyor. Seneye bu ülkelerin katılımını riske atacak bir karar olduğunu düşünüyorum bu durumun. Aynı zamanda da EBU’nun katılımcı sayısını artırmak için izlediği tüm politikalarda başa döndüğünü düşünüyorum. Yani kısacası EBU’nun acilen bir sistem oturtması gerekli.
Tekrar ele aldığımda söyleyeceğim tek şey geliyor aklıma, siyah ve beyaz yok, grileri izliyoruz sadece.